👤

MOR YAZMA ŞARKISININ HİKAYESİNİ YAZARMISINIZ LÜTFEN ÇOOK ACİLL

Cevap :

Cevap:

Eskilerden bir hikaye gibi bir mor yazma savrulup geldi bu sabah yüzüme. “Nereden geldin? Nesin sen?” dedim. “Ben aşkın, barışın, umudun yazmasıyım” dedi. İç geçirdi medet umar gibi yüzüme bakarak ve devam etti: “Sonra acıya boğuldum. Aşk kirli gözlerin karanlığında yok oldu; barış eli kanlı savaş tanrılarının ayakları altında tuzbuz oldu. Umut sırça bir köşke hapsoldu.” Sonra gözlerime bakıp mor mor kıpırdadı ve “Umut her zaman sırça köşkünden çıkar. Benim umudum var. Ben hala aşkın, barışın, umudun yazmasıyım” dedi. Sordum yıpranıp soluklaşmış ama hala umutla yıldır yıldır parlayan yazmaya: “Yolun nerden gelip nere gider?”

   “Birkaç yıl önceydi…” diye tekrar söze başladı. “Dünyanın ücra bir köşesinde, hiçbir kire bulanmamış, savaş denen canavarın varlığından bile habersiz, yüreği bir tarla kuşu gibi aşkla şakıyan, çocukluktan gençliğe yeni eren ay yüzlü bir tazenin ellerinde vücut buldum. Öyle masumca bir aşkın ürünüydüm ki ben bilemezsin. Köyünün dağlarına çıkıp soğuktan çatlamış elleriyle tek tek topladı beni boyayacak çiçekleri ve meyveleri ay yüzlü taze. Kimi çiçeklerin taç yapraklarından nasiplendi, kiminin tohumlarını istedi ruhlarına dokunarak. Yaban mersinlerine şarkılar söyledi. Böğürtlenlerin çalıları geçit vermediğinde ellerinin kanamasına hiç aldırmayarak gururla söyledi dikenlere asil amacını. Sevgiliye bir yazma yapacaktı aşkının kokusunu koynunda taşısın diye. O aman vermeyen böğürtlen çalıları aşkı duyunca eğildi saygıyla ay yüzlü tazenin önünde. En güzel böğürtlenlerini sundular ona. O da dedi ki: ‘Sevgili böğürtlen, ben sana teşekkür ederim. Aşka kucak açtın. Ben de bu aşk yazmasını yaban mersinin de yardımıyla senin morunla süsleyeceğim ki çağlar aşıp aşkın, umudun türküsünü haykırsın dünyaya.’

   Yazmayı, yani beni mora boyayıp üzerime çiçekler çizdi ay yüzlü taze. Cehriyle sararıp günebakan oldum, kök boyayla kan kırmızı gelinciğe kestim ve çivit mavisi bir anemon lalesi olup göz kırptım hayata. Sevgiliye nazire olsun diye küçük bir iğnenin ucunda ilmek ilmek ördü kenarımda sallanan güneşe aşık günebakanları. Sonra gözleri aşkından alev alev, yanağı masum bir utancın yangısında kızarmış, uzattı mor yazmayı sevgiliye. Beni alıp kokladı daha sakalları yeni terlemiş sevgili. Kokladı kokladı kokladı… Öptü öptü öptü… Ay yüzlü tazesini öpmeye çekiniyordu ya mor yazmayı –beni- koklayıp öptü sevgilinin niyetine. Elleriyle kızın yüzünü okşar gibi mor yazmayı sürdü onun ay yüzüne. Sonra da alıp yüreğinin üstüne koydu mor yazmayı.

  Bir gün hiç bilmedikleri diyarlardan “uygarlık!” getirmek adına kirli çizmeleri, kötülükten kararmış yüzleri ve sözcük yerine kokuşmuşluk saçan dilleriyle bilmedikleri adamlar girdi bu savaştan bihaber, onun ne menem şey olduğunu hiç bilmeyen insanların yaşadığı yere. Dünyanın bu ücra köşesindekiler aşk ve barış dışında bir şey bilmezlerdi ki. Varsa yoksa aşk ve barış. İlle de aşk ve barış! Küçümsediler kirli çizmeliler onları. Aşk ve barış zayıfların işiydi. Savaşmak büyüklük demekti. Zayıfların ellerinden her şeylerini almaksa bir haktı. Yakıp yıktılar her yeri. Taze gelinler karnında bebesiyle kocasız kaldı; bebeler babasız… Analar kızlarının parçalanmasına, oğullarının öldürülmesine tanık olmaktan utandı. Çocuklar masumiyetlerinin ellerinden alınışına ilendi. Viran ettiler köyleri. Utanır oldu yıkık evler savaşın lekesini taşımaktan. Taş duvarlara yuva kuran kırlangıçlar ağıtlar yaktılar aşk ilinin tarumar oluşuna. Salkım söğütler saçlarını yolup ağladı. Derelerin gözyaşları kurudu kaldı yataklarında feryat figan etmekten. Yılancıklar bile savaşın kötülük tohumlarını bıraktığı bu harabelerde sürünmek zuldür deyip göçüp gitti oradan. Yılanlar gider de insanlar kalır mı viranda? Arkada savaşa kurban verdikleri analarını, babalarını, evlatlarını, karılarını, kocalarını, sevgililerini bırakıp terk ettiler evlerini yurtlarını; anılarını ve acılarını yüklenip düştüler göç yoluna.

Bizim ay yüzlü kızın sevgilisi de savaş naralarıyla gelen kötülük çizmelerinin altında kan kızılına boyanıp parçalandı. Ay yüzlü taze sevgiliyi bulmadan kaçıp göç kervanına katılmak istemedi. Savaşa inat gülümseyerek ölüme kucak açmıştı sevgili. Savaşın kan gölüne inat mor hem de daha parlak bir mor duruyordu yazma elinde. İlk kez dokundu dudakları sevgilinin yüzüne. Beni alıp sevgilinin aşk dolu gülümseyen yüzünü sildi bir ucumla. Onu kansız, hep sakalları yeni terlemiş, masum haliyle belleğinde tutmak istiyordu besbelli. Ve bir ucumu kana bulayarak sevgiliyi kanıyla da olsa yanında taşımak istiyordu ay yüzlü taze. Sevgilinin kanıyla yumuşamış toprağı kazıp gömdü onu. Başına örttü beni. Sevgilinin yüzü gözlerinde, yüreği yüreğinde, kokusu burcu burcu burnunda yola düştü.

   Çok yerler gezdim ay yüzlü tazenin başında mor mor dalgalanarak. Çok acılar gördüm. Çok kötülükler gördüm. Barış bitti, aşk bitti deyip ilendik, dövündük beraber. Sonra bir gün bir diyarda sarı başaklar içinde güneş yanığı yüzleri, ateş parçası gözleriyle gülümseyerek yalım yalım parlayan insanlara rastladık. barış insanıydı onlar. Aşk kokuyorlardı. ‘Hala umut var demek ki’ dedi ay yüzlü taze. Beni alıp rüzgara savurdu ve ‘Tüm dünyayı gez ve barıştan, aşktan, umuttan haber ver insanlara’ dedi. Dağ ova demeden dolaştım. Nehirler vadiler aştım. Dere tepe düz gittim. Çok diyarlar gördüm. Acıya gözyaşına bulandı mor kumaşım. Savaş dünyanın her yerindeydi.

  Sonra çıplak tombul kollarıyla türküler söyleyerek çamaşırını güneşte kurutmaya çalışan kadınlar gördüm. Derelerde kahkahalar atarak çimen çocuklara rastladım. Serçeler için penceresine ekmek kırıntıları bırakan ihtiyarlar vardı. Bir köpeği iyileştirmek için boynundaki yaraları temizleyen insanlar yaşıyordu dünyada. Tekrar dal budak verip yeşersin diye ağaçları budayıp aşılayan adamlar ve yolda bulduğu bir yetime bereketli memelerinden süt veren anneler vardı. Masumca birbirine yaklaşıp birbirini öperek ‘seni seviyorum’ diyen sevgililer vardı. Şimdi tüm dünyaya savrulup haykırıyorum: Kötülükler ve savaş var ama hala yeryüzü barışın mekanı, aşkın mekanı, umudun mekanı. Hala barış var, umut var aşk var. ve söylüyorum herkese haykırın barış var, aşk ve umut var diye”

  Alıp kokladım mor yazmayı. Barış koktu, aşk koktu, umut koktu! Ve haykırdım ben de hala yeryüzünde barış var, aşk var, umut var diye! Ne duruyorsunuz siz de haykırın: YERYÜZÜNDE BARIŞ VAR, AŞK VAR, UMUT VAR! AŞK VAR AŞK VAR AŞK VAR!

Bunu paylaş:

Açıklama: